Birkaç yıl önceydi. Kaldırımda yürürken Darıca’da küçük bir dükkân işleten bir esnafın omuzunda simsiyah bir kedi görmüş ve onların sevimli hallerine bakarak gülümsemiştim. İnsanın içini ısıtan çok sempatik bir manzaraydı bu. İlk kez karşılaştığım esnaf arkadaş da bana gülümseyince selam verdim ve sohbete başladık.
Kediniz sizi çok seviyor dedim.
‘’Evet dedi, o benim doktorum zaten’’
Nasıl diyerek sordum şaşkınlıkla?
Siyah tüy yumağını henüz bir yavru iken dükkânın kapısında bulmuş. O güne kadar kedilere karşı aslında mesafeliymiş. Fakat bu yavrucağın haline acımış, onu sokağa terk edememiş ve bakımını üstlenmiş. Haftalar, aylar geçerken yavru kedicikle beraber aralarındaki bağlılık ve dostluk da büyümüş.
"Hayatım boyunca gergin ve sinirli bir adamdım. Fakat o hayatıma girdikten sonra çok sakin bir insana dönüştüm. En gergin anlarımda kuyruğunu havaya kaldırarak gelir, başıyla bacaklarıma sürtünür, gözlerimin içine bakarak mırıldanır ve kucağıma sokulur. Hayatıma girdiği günden beri psikolojimi değiştirdi. O benim hem doktorum hem de dostum" diyerek hikâyelerini bir çırpıda anlatıvermişti esnaf arkadaş.
Kendi hayatımda da çocukluğumdan bu yana çok özel yeri olan kediler yüzyıllardır bizimle beraber bütün Anadolu coğrafyasını yuva belleyip mesken tuttular. Onlar her yerdeydiler. Köyde, kasabada, şehirde. Toplumda sosyal statü ayrımı yapmadıkları için şehrin zengin ya da yoksul bütün mahallelerinde, bahçede, duvarda, çatıda, okulda…
Misafirlerimizle kahve içerken evimizin salonunda sohbet halkasındaydılar, mutfaktaki soframızda aile neşesinin tam ortasındaydılar.
En çok da bazı semtlerimizin esnaf çarşılarında karşılaşırız onlarla. Bir esnafın dükkânına girince bazen asıl patron benim rahatlığıyla patron koltuğunda ya da kasanın kenarında bir tüy yumağı halinde kıvrılmış uyuyor görürüz onu.
Bazen bir sahaftaki kitapların arasında gezinen bilge bir kedi olarak karşılar okuyucuyu. Bazen bir pazarcı esnafının tezgâhının arkasından meyve sebze seçen müşterileri merakla izliyordur.
Kimi zaman oturduğunuz kafedeki masaya yaklaşarak tabağınızdaki menüden ısrarla tatmak isteyen fakat hesap gelmeden aniden ortamdan sıvışan sevimli bir gurmedir o.
Şimdilerde her mahallede bulunan market zincirlerinin önünde rastlıyorum onlara. Kedigiller ailesi olarak toplanıp sanki bir sözleşme yapmışlar. Mahalledeki marketleri parsel parsel aralarında paylaşmışlar. Her biri başka bir marketin kapısında nöbette ve mamasını bekliyor.
Marketin içinde mama reyonu önünde de görüyorum bazılarını. İçlerinden en zekileri bu mamaların nereden geldiğini kedi ölçeğinde bir Einstein zekâsıyla nihayet çözerek tam da bulunmaları gereken yerde bekliyorlar ve müşteri reyona yaklaşınca da gözlerinin içine bakarak talepkâr ve acıklı bir tonda miyavlıyorlar.
Kediler Osmanlı döneminde de coğrafyamızda çok sevilmişti. Osmanlı İstanbul’unda Sokak hayvanları için aşevlerinden yemek, kasaplardan et dağıtılırdı. Kedi ve köpeklerin beslenmesi için mancacılar adında görevliler vardı. Birçok insan ölmeden önce mirasından birazını sokak hayvanları için bırakırdı.
Osmanlı insanı sokak hayvanlarına, gökyüzündeki kuşlara, hatta kışları aç kalan kurtlara varıncaya kadar bütün canlılara derin bir sevgi ve merhamet göstermiştir.
Bir semtin sokak hayvanları sizden kaçmıyorsa, orada yaşayın. Çünkü komşularınız güzel insanlardır demiş Goethe.
Medeniyet tarihimizde bütün canlıları kucaklayan bu yüce gönüllükten daima ve ziyadesiyle gurur duyabiliriz.
İnsanın toplumun diğer bireylerine gülümsemek şöyle dursun selam vermekten dahi kimi zaman imtina ettiği bu soğukluk ve mesafe çağında ise sevimli bir varlığın yanınıza sokularak ve size sürtünerek sevgi ve dostluğunu göstermesi ruhlarımızı iyileştiren ve birçok insana da toplumsal ilişkilerinde örnek alması gereken bir nimettir.
Ernest Hemingway’e göre "Kedinin duygusal bütünlüğü tamdır. İnsanlar çeşitli nedenlerle duygularını saklayabilirler ama bir kedi asla."
İnsanlar arasında ayrımcılık da yapmaz onlar. Katı ideolojileri, bağnaz inançları, saklı ajandaları yoktur. Sağcılık solculuk bilmezler. Dili, dini, ırkı ne olursa olsun iyi ve erdemli bütün insanları sever ve onlarla yakınlaşmaya çalışırlar.
Modern hayatın insanı yalnızlaştırıp bunaltan sorunlarının kasvetli havalarında bulundukları her ortama çocukça bir masumiyet, sıcaklık ve sevgi taşıdıkları için kedilerimize şahsen müteşekkirim.
‘’Bir kediyle geçirilmiş zaman asla vakit kaybı değildir’’ diyor psikanalist Freud.
Yazının girişinde bahsettiğim esnafımız haklı. Onların, kimi zaman tatlılıkları, kimi zaman haylazlıkları ile stresimizi bir paratoner gibi üzerimizden çekerek psikiyatristlerimizin iş yükünü hayli azalttıkları aşikâr.
Hayatlarımızda türlü türlü sorunlar olsa da yüzlerinizden tebessüm eksik olmasın diyor ve;
Ayasofya Camii’nde karşılaştığı kediciği sıcacık bir ilgi ve şefkatle seven beyaz sakallı şirin amcamızın hit olmuş video kaydındaki sözünü bu tüylü dostlarımız için tekrarlıyorum;
Sitemizde yayımlanan köşe yazıları, yazarların kişisel görüş ve düşüncelerini yansıtmaktadır. Bu yazılar, site yönetiminin resmi görüşlerini veya duruşunu temsil etmez. Yazıların içeriğinden yalnızca yazarlar sorumlu olup, hukuki veya ahlaki yükümlülükler yazarlara aittir.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Vedat SEVGİGÖR
Kasada Uyuyan Patron
Birkaç yıl önceydi. Kaldırımda yürürken Darıca’da küçük bir dükkân işleten bir esnafın omuzunda simsiyah bir kedi görmüş ve onların sevimli hallerine bakarak gülümsemiştim. İnsanın içini ısıtan çok sempatik bir manzaraydı bu. İlk kez karşılaştığım esnaf arkadaş da bana gülümseyince selam verdim ve sohbete başladık.
Kediniz sizi çok seviyor dedim.
‘’Evet dedi, o benim doktorum zaten’’
Nasıl diyerek sordum şaşkınlıkla?
Siyah tüy yumağını henüz bir yavru iken dükkânın kapısında bulmuş. O güne kadar kedilere karşı aslında mesafeliymiş. Fakat bu yavrucağın haline acımış, onu sokağa terk edememiş ve bakımını üstlenmiş. Haftalar, aylar geçerken yavru kedicikle beraber aralarındaki bağlılık ve dostluk da büyümüş.
"Hayatım boyunca gergin ve sinirli bir adamdım. Fakat o hayatıma girdikten sonra çok sakin bir insana dönüştüm. En gergin anlarımda kuyruğunu havaya kaldırarak gelir, başıyla bacaklarıma sürtünür, gözlerimin içine bakarak mırıldanır ve kucağıma sokulur. Hayatıma girdiği günden beri psikolojimi değiştirdi. O benim hem doktorum hem de dostum" diyerek hikâyelerini bir çırpıda anlatıvermişti esnaf arkadaş.
Kendi hayatımda da çocukluğumdan bu yana çok özel yeri olan kediler yüzyıllardır bizimle beraber bütün Anadolu coğrafyasını yuva belleyip mesken tuttular. Onlar her yerdeydiler. Köyde, kasabada, şehirde. Toplumda sosyal statü ayrımı yapmadıkları için şehrin zengin ya da yoksul bütün mahallelerinde, bahçede, duvarda, çatıda, okulda…
Misafirlerimizle kahve içerken evimizin salonunda sohbet halkasındaydılar, mutfaktaki soframızda aile neşesinin tam ortasındaydılar.
En çok da bazı semtlerimizin esnaf çarşılarında karşılaşırız onlarla. Bir esnafın dükkânına girince bazen asıl patron benim rahatlığıyla patron koltuğunda ya da kasanın kenarında bir tüy yumağı halinde kıvrılmış uyuyor görürüz onu.
Bazen bir sahaftaki kitapların arasında gezinen bilge bir kedi olarak karşılar okuyucuyu. Bazen bir pazarcı esnafının tezgâhının arkasından meyve sebze seçen müşterileri merakla izliyordur.
Kimi zaman oturduğunuz kafedeki masaya yaklaşarak tabağınızdaki menüden ısrarla tatmak isteyen fakat hesap gelmeden aniden ortamdan sıvışan sevimli bir gurmedir o.
Şimdilerde her mahallede bulunan market zincirlerinin önünde rastlıyorum onlara. Kedigiller ailesi olarak toplanıp sanki bir sözleşme yapmışlar. Mahalledeki marketleri parsel parsel aralarında paylaşmışlar. Her biri başka bir marketin kapısında nöbette ve mamasını bekliyor.
Marketin içinde mama reyonu önünde de görüyorum bazılarını. İçlerinden en zekileri bu mamaların nereden geldiğini kedi ölçeğinde bir Einstein zekâsıyla nihayet çözerek tam da bulunmaları gereken yerde bekliyorlar ve müşteri reyona yaklaşınca da gözlerinin içine bakarak talepkâr ve acıklı bir tonda miyavlıyorlar.
Kediler Osmanlı döneminde de coğrafyamızda çok sevilmişti. Osmanlı İstanbul’unda Sokak hayvanları için aşevlerinden yemek, kasaplardan et dağıtılırdı. Kedi ve köpeklerin beslenmesi için mancacılar adında görevliler vardı. Birçok insan ölmeden önce mirasından birazını sokak hayvanları için bırakırdı.
Osmanlı insanı sokak hayvanlarına, gökyüzündeki kuşlara, hatta kışları aç kalan kurtlara varıncaya kadar bütün canlılara derin bir sevgi ve merhamet göstermiştir.
Bir semtin sokak hayvanları sizden kaçmıyorsa, orada yaşayın. Çünkü komşularınız güzel insanlardır demiş Goethe.
Medeniyet tarihimizde bütün canlıları kucaklayan bu yüce gönüllükten daima ve ziyadesiyle gurur duyabiliriz.
İnsanın toplumun diğer bireylerine gülümsemek şöyle dursun selam vermekten dahi kimi zaman imtina ettiği bu soğukluk ve mesafe çağında ise sevimli bir varlığın yanınıza sokularak ve size sürtünerek sevgi ve dostluğunu göstermesi ruhlarımızı iyileştiren ve birçok insana da toplumsal ilişkilerinde örnek alması gereken bir nimettir.
Ernest Hemingway’e göre "Kedinin duygusal bütünlüğü tamdır. İnsanlar çeşitli nedenlerle duygularını saklayabilirler ama bir kedi asla."
İnsanlar arasında ayrımcılık da yapmaz onlar. Katı ideolojileri, bağnaz inançları, saklı ajandaları yoktur. Sağcılık solculuk bilmezler. Dili, dini, ırkı ne olursa olsun iyi ve erdemli bütün insanları sever ve onlarla yakınlaşmaya çalışırlar.
Modern hayatın insanı yalnızlaştırıp bunaltan sorunlarının kasvetli havalarında bulundukları her ortama çocukça bir masumiyet, sıcaklık ve sevgi taşıdıkları için kedilerimize şahsen müteşekkirim.
‘’Bir kediyle geçirilmiş zaman asla vakit kaybı değildir’’ diyor psikanalist Freud.
Yazının girişinde bahsettiğim esnafımız haklı. Onların, kimi zaman tatlılıkları, kimi zaman haylazlıkları ile stresimizi bir paratoner gibi üzerimizden çekerek psikiyatristlerimizin iş yükünü hayli azalttıkları aşikâr.
Hayatlarımızda türlü türlü sorunlar olsa da yüzlerinizden tebessüm eksik olmasın diyor ve;
Ayasofya Camii’nde karşılaştığı kediciği sıcacık bir ilgi ve şefkatle seven beyaz sakallı şirin amcamızın hit olmuş video kaydındaki sözünü bu tüylü dostlarımız için tekrarlıyorum;
"Nirden geldin sen,
Yaradana kurban."
...
Sitemizde yayımlanan köşe yazıları, yazarların kişisel görüş ve düşüncelerini yansıtmaktadır. Bu yazılar, site yönetiminin resmi görüşlerini veya duruşunu temsil etmez. Yazıların içeriğinden yalnızca yazarlar sorumlu olup, hukuki veya ahlaki yükümlülükler yazarlara aittir.